Dead Poets Society (İng. Öğrt. John Keating / Robin Williams) |
Sanat etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Sanat etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
26 Haziran 2013 Çarşamba
Öğretmen Filmleri, Eğitim İle İlgili Filmler
17 Haziran 2012 Pazar
Hakim Bey
Mehmet Erdem |
"Şikayetim Var Cümle Yasaktan"
Afili Filintalar'da Murat Menteş'in bir iletisiyle tanıştım Mehmet Erdemle ve bugünlerde çok dinlenen şarkısı Hakim Bey'le. Bu Sezen Aksu şarkısının aslında Zülfü Livaneli yorumunu dinlemişliğim vardı ama nedense ilk kez dinliyormuşum gibi hissettim.Diziler unutulmaya yüz tutmuş pek çok eski şarkıyı/türküyü yeniden gündeme getiriyorlar bildiğiniz gibi. Mehmet Erdem'in yorumu henüz yeni olsa da, Kuzey Güney gibi ilgiyle izlenen bir dizide yer verilmeseydi bu kadar ilgi çeker miydi tartışılır.
İletiyi şarkının son dörtlüğü ile bitirip, Mehmet Erdem'e kulak verelim.
Sussan olmuyor susmasan olmaz
Dil dursa Hakim Bey tende can durmaz
Yazsan olmuyor yazmasan olmaz
Kaleme tedbir koma tek durmaz
26 Şubat 2012 Pazar
Türk Kafası
(...) 1 Temmuz günü Abdülaziz ve beraberindekiler, yeni icat edilmiş makinelerin görücüye çıktığı sergiyi gezmektedirler. Padişah, çember şeklinde bir çember ve önünde asılı kadife kaplı bir toptan oluşan makinenin önünde durur. bu günümüz lunaparklarında da görülen, topa atılan yumrukla kol kuvvetinin ölçüldüğü ilkel bir makinedir. Osmanlı sultanı topun aldığı darbeye göre ibrenin cetvel üstünde hareket ettiği dinamometrenin adını sorar. Kısa süren bir kararsızlığın ardından bir Fransız yetkili yutkunarak yanıt verir: "Tete Turkue"
Mevsim yazdır ama buz gibi bir hava eser ortalıkta... Fransız mucit "Türk Kafası" adını verdiği makinenin önünde Osmanlı Padişahının duracağını nereden bilebilirdi ki. Demek Avrupa için Türk kafası yumruk atmaya yarıyordu.
Sessizliği Abdülaziz bozar: "Halil Paşa, göster bakalım şunlara Türk kolunun kuvvetini".
Kayserili Halil Paşa Abdülaziz gibi heybetli birisidir. "Emriniz başım üstüne hünkarım" dedikten sonra ceketini çıkarır ve gömleğinin kollarını sıvar. Herkes nefesini tutmuş olacakları beklemektedir. Halil Paşa yaradana sığınıp öyle bir yumruk savurur ki, dinamometrenin dağılan yuvarlak ibresi bir Fransız'ın, kopan topu bir Fransız'ın, yayları da etrafta toplanan öteki diğer Fransızların ayaklarının dibine savrulur. Dağılan makinenin karşısındaki Halil Paşa alaycı bir dille şunları söyler: "Bu Türk kafası değildir; Türk'ün kafasına vurulamaz. Bu olsa olsa Avrupa kafası olmalı ki bir vuruşta dağıldı" (...)
Sunay Akın / Bir Çift Ayakkabı / T.İş Bankası Kültür Yayınları
12 Şubat 2012 Pazar
Muadili Olmayan İnsanlar
(...) Sevdiği yazarların kitaplarını ezberlemek gibi bir huyu vardı. Hala böyle insanlar vardı yani. Muadili olmayan insanlar. Yaptığı iyiliği karşı tarafın gözüne sokmaya çalışmayan insanlar. Behzat Ç.'nin hayatında çoğu insan bir başkasının yerini tutabilirdi. Harunla Cevdet yer değiştirebilirdi mesela. Ya da Ağbisi Şevket'le Tahsin yer değiştirirse, hemen hemen hiç bir şey değişmemiş olurdu. Ama Şule giderse, biri sahiden gitmiş olurdu. Maçın ilk dakikalarında on kişi kalmak gibi bir şey, akşam Tekel bayisinde 216 bulamamak gibi bir şey. (...)Behzat Ç. Bir Ankara Polisiyesi. Son Hafriyat.
Emrah Serbes, İletişim Yayınları.
7 Ağustos 2011 Pazar
Nikon D5100 ve sonrası
Uzun zamandır hayatıma dâhil etmek istediğim, hobilerim arasına katmaya çalıştığım amatör fotoğrafçılık için ilk şartı nihayet yerine getirdim. İlk DSLR fotoğraf makinem Nikon D5100 ve birlikte satışa sunulan Nikon 18-55 lens artık çantada. Şimdi bu büyülü dünyanın kapısını aralamak için ustalara yanaşmaya, çok okumaya, öğrenmeye ve cesarete ihtiyaç var. Henüz taze gelin gibi bir köşede duran bu güzel oyuncağımla ilgili ilk izlenimleri aktarmaktır niyetim.
Canon 550D alma niyetiyle girdiğim dükkândan Nikon D5100 ile çıkmamın nedeni ikna kabiliyeti yüksek bir satıcıyla tanışmam oldu. Sonuçta hakkında neredeyse hiç bir şey bilmediğim bir makineyle çıktım dükkândan ve üstelik Canon'a ihanet etmişim gibi bir hisle birlikte. Aslında git gide futbol taraftarlığına dönüşen Canonculuk ve Nikonculuk arasında bir yerdeydim ama sanki hep Canon'a yakın gibiydim. Hele D5100 ile ilgili yorumları okurken Canoncuların "... ama bir Canon değil" yorumlarından sonra iyice bir refleks gelişti bende. Nikonumu sahiplenmeye başladım. Kendimi 10 Ara Güler gücünde hissediyorum şimdi. Hafta sonları fotoğraf turlarına katılmak, karanlık odalarda sabahlamak geçiyor içimden.. Neyse, bu daha sonraki yazıların konusu ;)
Fotoğrafçılıkla uğraşan pek çok kişinin uğrak yeri olan Sirkecideki Hayyam Pasajı ve pasajdaki dükkânlarla ilgili pek çok yorum okumuştum internet sitelerinde. Burada nakit veya taksitle, spot veya garantili/faturalı satış türlerinden haberdardım. Aradaki fiyat faklarından ve artılarından/eksilerinden de. Benim tercihim garantili ve faturalı ürün almaktan yana oldu ama bu işi profesyonel olarak da yapan pek çok kişi spot ürün almayı da tercih ediyorlar. Spot satışlarda mağazalar kendince bir garanti veriyorlar. Kendi teknik servislerinde ürünün onarımını yapmayı vaat ediyorlar. Pasajda dönen ticarette ciddi bir güven duygusu hâkim. Kimseyi yanıltmamak için fiyatıyla ilgili açıklama yapmayayım diyorum. Spot satışı ile garantili peşin veya taksitli satışları arasında ciddi farklar var. Bu konuda bilgiye ulaşmak da oldukça kolay zaten günümüz şartlarında.
Makine D5000 modelinin geliştirilmiş hali. Canon 600D ile yakın özelliklere sahip. Bu yüzden en çok bu modelle kıyaslanıyor. Şu adreste 2 modeli kıyaslayan çok kapsamlı (İngilizce) bir makale var. Şu adreste de bir karşılaştırma makalesi (Türkçe) mevcut. Teknik altyapım, mevcut değerlendirmeleri tam anlamıyla algılayabilecek ve size aktarabilecek kadar yeterli değil ama temel özelliklerden bahsedebilirim.
Bir sonraki yazıda dilim döndüğünce teknik özelliklerinden bahsedeceğim.
[DEVAM EDECEK]...
Canon 550D alma niyetiyle girdiğim dükkândan Nikon D5100 ile çıkmamın nedeni ikna kabiliyeti yüksek bir satıcıyla tanışmam oldu. Sonuçta hakkında neredeyse hiç bir şey bilmediğim bir makineyle çıktım dükkândan ve üstelik Canon'a ihanet etmişim gibi bir hisle birlikte. Aslında git gide futbol taraftarlığına dönüşen Canonculuk ve Nikonculuk arasında bir yerdeydim ama sanki hep Canon'a yakın gibiydim. Hele D5100 ile ilgili yorumları okurken Canoncuların "... ama bir Canon değil" yorumlarından sonra iyice bir refleks gelişti bende. Nikonumu sahiplenmeye başladım. Kendimi 10 Ara Güler gücünde hissediyorum şimdi. Hafta sonları fotoğraf turlarına katılmak, karanlık odalarda sabahlamak geçiyor içimden.. Neyse, bu daha sonraki yazıların konusu ;)
Fotoğrafçılıkla uğraşan pek çok kişinin uğrak yeri olan Sirkecideki Hayyam Pasajı ve pasajdaki dükkânlarla ilgili pek çok yorum okumuştum internet sitelerinde. Burada nakit veya taksitle, spot veya garantili/faturalı satış türlerinden haberdardım. Aradaki fiyat faklarından ve artılarından/eksilerinden de. Benim tercihim garantili ve faturalı ürün almaktan yana oldu ama bu işi profesyonel olarak da yapan pek çok kişi spot ürün almayı da tercih ediyorlar. Spot satışlarda mağazalar kendince bir garanti veriyorlar. Kendi teknik servislerinde ürünün onarımını yapmayı vaat ediyorlar. Pasajda dönen ticarette ciddi bir güven duygusu hâkim. Kimseyi yanıltmamak için fiyatıyla ilgili açıklama yapmayayım diyorum. Spot satışı ile garantili peşin veya taksitli satışları arasında ciddi farklar var. Bu konuda bilgiye ulaşmak da oldukça kolay zaten günümüz şartlarında.
Makine D5000 modelinin geliştirilmiş hali. Canon 600D ile yakın özelliklere sahip. Bu yüzden en çok bu modelle kıyaslanıyor. Şu adreste 2 modeli kıyaslayan çok kapsamlı (İngilizce) bir makale var. Şu adreste de bir karşılaştırma makalesi (Türkçe) mevcut. Teknik altyapım, mevcut değerlendirmeleri tam anlamıyla algılayabilecek ve size aktarabilecek kadar yeterli değil ama temel özelliklerden bahsedebilirim.
Bir sonraki yazıda dilim döndüğünce teknik özelliklerinden bahsedeceğim.
[DEVAM EDECEK]...
2 Temmuz 2011 Cumartesi
Beatrice'den Sonra Birinci Yüzyıl [Amin Maalouf]
Özgün Adı: Le Premier Siecle Apres Beatrice
Yazar: Amin Maalouf
Türü / Sayfası: Roman / 160 sayfa
Yayınevi / Basım Yılı: YKY / 1. Baskı 2004 (Türkçe)
Çeviren: Esin Talu Çelikkan
Fiyatı:7-8 TL
Dünya'da kadın oranı giderek azalmaktadır. Özellikle güney yarımküre ülkeleri ve doğu ülkelerinde erkek çocuk isteyen toplumların sırtından para kazanmak isteyen bilim insanları bebek cinsiyeti belirleyen bir ilaç üretirler. Bunun yol açtığı felakete dur demek isteyen bir böcekbilimci erkek ve bir gazeteci kadının bu gelişmeler ortasındaki yaşantısından kesitler sunuyor roman. Çiftin hayatlarına romanın erkek karakteri böcekbilimcinin en çok istediği şey, adı daha önceden belirlenmiş bir kız çocuğu giriyor. Beatrice'in büyümesine ve aile ile olan ilişkisine de tanıklık ediyoruz roman boyunca.
Lübnan asıllı Fransız yazar Amin Maalouf'un YKY' dan çıkan eserlerinden sanırım onuncusu bu kitap.
Daha önce Amin Maalouf okumamıştım. Okuduktan sonra çok etkilendiğimi söyleyemem belki ama bir iki kitabını daha okumayı arzu ettiğimi söylesem sanırım ne demek istediğim daha iyi anlaşılır. Yalnız kitabı okurken aklımda oluşan çerçevede batılı ve batıcı, doğuya gitse de bir an önce batıya/batısına kavuşma isteği duyan bir ressamın çizdiği soyut bir resim oluştu. Ne derece doğru bir tablo çizdim bilmiyorum.
Yazar: Amin Maalouf
Türü / Sayfası: Roman / 160 sayfa
Yayınevi / Basım Yılı: YKY / 1. Baskı 2004 (Türkçe)
Çeviren: Esin Talu Çelikkan
Fiyatı:7-8 TL
Dünya'da kadın oranı giderek azalmaktadır. Özellikle güney yarımküre ülkeleri ve doğu ülkelerinde erkek çocuk isteyen toplumların sırtından para kazanmak isteyen bilim insanları bebek cinsiyeti belirleyen bir ilaç üretirler. Bunun yol açtığı felakete dur demek isteyen bir böcekbilimci erkek ve bir gazeteci kadının bu gelişmeler ortasındaki yaşantısından kesitler sunuyor roman. Çiftin hayatlarına romanın erkek karakteri böcekbilimcinin en çok istediği şey, adı daha önceden belirlenmiş bir kız çocuğu giriyor. Beatrice'in büyümesine ve aile ile olan ilişkisine de tanıklık ediyoruz roman boyunca.
Lübnan asıllı Fransız yazar Amin Maalouf'un YKY' dan çıkan eserlerinden sanırım onuncusu bu kitap.
Daha önce Amin Maalouf okumamıştım. Okuduktan sonra çok etkilendiğimi söyleyemem belki ama bir iki kitabını daha okumayı arzu ettiğimi söylesem sanırım ne demek istediğim daha iyi anlaşılır. Yalnız kitabı okurken aklımda oluşan çerçevede batılı ve batıcı, doğuya gitse de bir an önce batıya/batısına kavuşma isteği duyan bir ressamın çizdiği soyut bir resim oluştu. Ne derece doğru bir tablo çizdim bilmiyorum.
11 Haziran 2011 Cumartesi
Karpuz Kabuğundan Gemiler Yapmak / Boats Out of Watermelon Rinds [2004]
2004 yapımı, Ahmet Uluçay imzalı ve bir çok festivalden ödülle dönmüş bir Türk filmi Karpuz Kabuğundan Gemiler Yapmak. Anadolu'da [Tavşanlı/Kütahya] bir köyde yaşayan iki kafadar genç [Recep ve Mehmet] yaz tatillerini kasabada çalışarak geçirmektedir. Biri karpuzcuya, diğeri bir berbere çıraklık ederler. En büyük tutkuları ise sinemadır. Sinemadan aldıkları kesik filmleri kendi imalatları olan bir projeksiyon makinasında oynatmaya çalışırlar. Sinemacılık bir meşgalenin ötesinde bir tutkudur onlar için. Öyle ki ileride de yönetmen (onların deyimiyle recisör) olmaktır gönüllerinde yatan. Bir türlü beceremezler saniyede 24 kareyi perdeye yansıtma işini. Resimler perdede haraket kazanmazlar..
Karpuzcunun çırağı Recep, ineklerine vermek için karpuzcu tezgahına kelek, çürük karpuzları almaya gelen bir kadının kendinden büyük kızı Nihal'e kaptırır gönlünü. Hem gönül işlerinde hem de sinemacılık tutkusunda işler istediği gibi gitmez ama pes de etmez..
1960'larda (veya 70'ler) küçük bir köyde böyle büyük bir tutkunun peşinden koşan iki küçüğü canlandıran İsmail Kaymaz [Mehmet] ve İsmail Hakkı Taslak'ın doğal oyunculukları filmin katıldığı festivallerde ödüllendirildiği gibi, izleyicilerinden övgü almıştır şüphesiz ki. Belki filmin sonunu "filling the blanks" tadında, beklentiden uzak veya eksik bulabilirsiniz... onun dışında izlemeye değer bir film olduğunu düşünüyorum.
Karpuzcunun çırağı Recep, ineklerine vermek için karpuzcu tezgahına kelek, çürük karpuzları almaya gelen bir kadının kendinden büyük kızı Nihal'e kaptırır gönlünü. Hem gönül işlerinde hem de sinemacılık tutkusunda işler istediği gibi gitmez ama pes de etmez..
1960'larda (veya 70'ler) küçük bir köyde böyle büyük bir tutkunun peşinden koşan iki küçüğü canlandıran İsmail Kaymaz [Mehmet] ve İsmail Hakkı Taslak'ın doğal oyunculukları filmin katıldığı festivallerde ödüllendirildiği gibi, izleyicilerinden övgü almıştır şüphesiz ki. Belki filmin sonunu "filling the blanks" tadında, beklentiden uzak veya eksik bulabilirsiniz... onun dışında izlemeye değer bir film olduğunu düşünüyorum.
21 Mayıs 2011 Cumartesi
Dublörün Dilemması, Korkma Ben Varım ve Murat Menteş
Önyargıyla okumaya başladığım, okudukça da sevdiğim iki romanın adını okudunuz başlıkta. Murat Menteş de bu iki romanın yazarı. Yazarla ve dolayısıyla bu iki kitapla tanıştığımda zaten "nicelikli" olmayan okuma alışkanlığımın "niteliğine" de darbe yiyeceğimden korkmuştum. Önyargıyla okumaya başladım ama okudukça da sevdim itiraf etmeliyim ki.
Kitapları ayrı ayrı analiz edecek ve bir eleştiri yazısı yazacak değilim. İstesem de beceremem zaten. Burada okuduklarımdan, gördüklerimden, dinlediklerimden dem vurmamın amacı kendi tarihime not düşmekten başkası değildir. Belki yolu bir şekilde buraya düşen okurlarla aynı rotada seyrediyoruzdur da o benim bildiğimden ben de onun bildiğinden faydalanırım endişesi taşıyorum yalnızca.
Murat Menteş ile ilgili pek çok şey söylenmiş internet sayfalarında. Seveni de var; abartılı, şişirilmiş veya bazı yazarlardan aşırı etkilenmiş bulanı da. Açıkçası kitapları okurken zaman zaman ben de Chuck Palahniuk'tan oldukça etkilendiğini düşündüm. hatta Ayrıntı Yayınlarının yeraltı edebiyatı serisinden birini daha mı okuyorum diye kitap kapağına bakmadım değil. Yine de kendine ait bir tarzı var Murat Menteş'in. Yaftalamak gibi olmasın ama iki kelimeyle tarif et deselerdi "Mutaasıp Underground" demek isterdim tarzı için. Nedense iki kitabın sonunda bende böyle bir izlenim oluştu.
Romanın kurgusu herkesin hoşuna gitmeyebilir. Kurgudansa ben cümlelerin aklımda bıraktığı lezzeti sevdim zaten. Olayı ikinci plana koyup, karakterleri zihnimde canlandırarak ve kitabı kapattıtan sonra etrafımda onları arayacağımı hissederek okudumn kitapları. Kahramanlarına verdiği isimlere takılabilir [Müntekim Gıcırbey, Atom Bombacıyan, Dilara Dilemma vb], tarzınızın dışında hissedebilirsiniz ama eminim siz de yazarın boş zamanlarında ansiklopedi okuduğunu hissedeceksiniz benim gibi.Bir de bölüm başlarında okuyucuya hediye ettiği vecizeleri seveceğinizi umuyorum...
Korkma Ben Varım'a, Uykusuz çizeri Ersin Karabulut'un çizimleriyle katkıda bulunduğunu belirteyim. Hem kapağı çizmiş, hem de romandaki bir bölümü. Sonuçta iki güzel roman ve takip edecek bir yazar bulmanın keyfi kaldı bana. Not düşmekte yarar var, Afilifilintalar.com' da ikamet eden bir kısım yazar-çizerden biri olarak sitenin belleğinin dolmasına yardımcı oluyor..
21 Nisan 2011 Perşembe
True Grit/İz Peşinde [2010]
Coen Biraderlerin yönetmenliğini yaptığı film, Oscar ödüllerinde en iyi film, en iyi erkek oyuncu, en iyi yardımcı kadın oyuncu dahil (sanırım) 6 dalda aday gösterildi ama heykelciklerden hiç birini kapamadı. 1969 yapımı John Wayne'li True Grit'in uyarlaması. Esasında Charles Portis' in aynı adlı romanından uyarlama her iki film de. Big Lebowski ve Ironman'den hatırlayabileceğimiz Jeff Bridges, etkileyici ses tonuyla filmde bir U.S Marshal'ı [Rooster Cogburn] canladırıyor.
14 yaşında bir kız olan Mattie Ross [Hailee Steinfeld], babasının intikamını alması için Cogburn ile anlaşır. Katil Tom Chaney'i [Josh Brolin] arayan bir tek yaşlı Us Marshal Cogburn değildir. Bu takipte bir Texas Ranger olan LaBoeuf [Matt Damon] de onlara eşik eder. Mattie Ross'un inatçı karakteri, zaman zaman karşı karşıya gelen bu iki karakteri birleştirmeye de yarar. LaBoeuf'un katil Chaney'i yakalayıp Teksas'a götürmek istemesi ile küçük Ross'un Arkansas'ta asılmasını görmek istemesi (veya kendi intikamını almak istemesi diyelim) sebebiyle oluşan gerginlik ve yaşlı Marshal Cogburn'un mesleğinin inceliklerini sergilediği sahneler izlemeye değer olsa da şahsen benim puanım IMDB'nin 8,0'lık ortalamasıyla eşdeğer değil. [O yüzden buanım 7:]
Bu arada bildiğim kadarıyla Coen Biraderlerin iyi bir hayran kitlesi ve piyasası var hem ülkemizde hem de Hollywood'un girdiği tüm pazarlarda.
İyi seyirler...
14 yaşında bir kız olan Mattie Ross [Hailee Steinfeld], babasının intikamını alması için Cogburn ile anlaşır. Katil Tom Chaney'i [Josh Brolin] arayan bir tek yaşlı Us Marshal Cogburn değildir. Bu takipte bir Texas Ranger olan LaBoeuf [Matt Damon] de onlara eşik eder. Mattie Ross'un inatçı karakteri, zaman zaman karşı karşıya gelen bu iki karakteri birleştirmeye de yarar. LaBoeuf'un katil Chaney'i yakalayıp Teksas'a götürmek istemesi ile küçük Ross'un Arkansas'ta asılmasını görmek istemesi (veya kendi intikamını almak istemesi diyelim) sebebiyle oluşan gerginlik ve yaşlı Marshal Cogburn'un mesleğinin inceliklerini sergilediği sahneler izlemeye değer olsa da şahsen benim puanım IMDB'nin 8,0'lık ortalamasıyla eşdeğer değil. [O yüzden buanım 7:]
Bu arada bildiğim kadarıyla Coen Biraderlerin iyi bir hayran kitlesi ve piyasası var hem ülkemizde hem de Hollywood'un girdiği tüm pazarlarda.
İyi seyirler...
16 Nisan 2011 Cumartesi
Ayna Ayna [Karmate]
'ayna ayna ellere
ayna düştü yerlere ayna düştü
ayna ayna ellere da
ayna düştü yerlere
ayna düştü
ayna kurban olayım
seni tutan ellere
ayna kurban olayım
seni tutan ellere
seni tutan ellere
limanın gerisinde görünüyor araklı
ben senlen konuşmaya meraklıyım meraklı
meraklıyım meraklı
vakfıkebir yukarı tonya deyiler tonya
tonya deyiler
sevdim da alamadım oy
hey gidi yalan dünya
hey gidi yalan
ayna ayna ellere
ayna düştü göllere
ayna düştü göllere
ayna kurban olayım
seni tutan ellere
seni tutan ellere'
[şurdan Araklı'dım:]
The King's Speech [2010]
2011 Oscar Ödüllerinde 12 dalda aday gösterilerek ses getiren, en iyi film dalı başta olmak üzere 4 oscar heykelciğini kaparak ününü pekiştiren The King's Speech [Zoraki Kral], Kraliçe Elizabeth' in babası, Kral 6. George' un kekemelikle olan mücadelesindeki azmini ve iyi bir hatip olması yolunda ona hem trepistlik hem de arkadaşlık yapan Lionel Logue ile aralarında geçen süreci anlatıyor.
2. Dünya Savaşı kapıdadır ve Kral 8. Edward gönül işleriyle krallığı aynı anda yürütemez ve baskılar sonucu krallıktan feragat eder. Kekemeliğinin iç dünyasında açtığı derin yaraların ve kekeme bir soylu olarak halkının karşısına çıkma cesareti gösterememesinin etkisiyle ilk başlarda pek krallığa yanaşmayan York Dükü olan George [Berthie] sonunda İngiltere Kralı olur. Karşısına çıkan konuşma terapisti Lionel Logue terapi sürecinde aralarındaki tüm sınırları, resmiyeti kaldırır ve kralın bilinçaltına yerleşmiş ve onu kekeme yapmış tüm korkulardan ve baskılardan onu arındırmaya çalışır.
Filmdeki performansıyla en iyi erkek oyuncu Oscar'ını evine götüren Colin Firth'e Oscar Heykelciği anasının ak sütü gibi helal olsun. Memento (Akıl Defteri) filmindeki performansıyla gönülleri fetheden Guy Pearce, Kral Edward'ı canladırıyor bu filmde. Eski günlerin hatrına ona da bir selam çakalım... En iyi erkek oyuncu Oscar'ını alamasa da performansı Colin Firth'den çok da aşağı kalmayan ve filmde terapisti canladıran Geoffrey Rush'ı es geçmemeli... Henüz York Dükü iken tanıştıkları kralla ilk seasnta aralarında geçen sohbette, kralın yaptığı şakalara karşı tepkisindeki yüz ifadesi ve Şekspirden bir kesit sunduğu tiyatro sahnelerinde oldukça etkileyiciydi jest ve mimikleri... Ve tabi bu ayrıntıların dışında kalan tüm sahnelerde başarılıydı kanımca...
Kralın eşi Elizabeth rolündeki ablayı bir yerden gözüm ısırıyor diyorsanız söyleyeyim: Fight Club' ın meşhur Marla Singer'ını canlandıran Helena Bonham Carter'dan başkası değil... ;)
IMDB sayfasına ulaşmak için bu yandan, Sinemalar.Com sayfasına ulaşmak için bu yandan gidiniz. Sonra tekrar geliniz..
Künye: The King's Speech [Zoraki Kral]
Yönetmen: Tom Hooper
Sen.: David Seidler
Oyuncular: Colin Firth, Geoffrey Rush, Helena Bonham Carter, Guy Pearce
Yapım: Hindistan, 2010
2. Dünya Savaşı kapıdadır ve Kral 8. Edward gönül işleriyle krallığı aynı anda yürütemez ve baskılar sonucu krallıktan feragat eder. Kekemeliğinin iç dünyasında açtığı derin yaraların ve kekeme bir soylu olarak halkının karşısına çıkma cesareti gösterememesinin etkisiyle ilk başlarda pek krallığa yanaşmayan York Dükü olan George [Berthie] sonunda İngiltere Kralı olur. Karşısına çıkan konuşma terapisti Lionel Logue terapi sürecinde aralarındaki tüm sınırları, resmiyeti kaldırır ve kralın bilinçaltına yerleşmiş ve onu kekeme yapmış tüm korkulardan ve baskılardan onu arındırmaya çalışır.
Filmdeki performansıyla en iyi erkek oyuncu Oscar'ını evine götüren Colin Firth'e Oscar Heykelciği anasının ak sütü gibi helal olsun. Memento (Akıl Defteri) filmindeki performansıyla gönülleri fetheden Guy Pearce, Kral Edward'ı canladırıyor bu filmde. Eski günlerin hatrına ona da bir selam çakalım... En iyi erkek oyuncu Oscar'ını alamasa da performansı Colin Firth'den çok da aşağı kalmayan ve filmde terapisti canladıran Geoffrey Rush'ı es geçmemeli... Henüz York Dükü iken tanıştıkları kralla ilk seasnta aralarında geçen sohbette, kralın yaptığı şakalara karşı tepkisindeki yüz ifadesi ve Şekspirden bir kesit sunduğu tiyatro sahnelerinde oldukça etkileyiciydi jest ve mimikleri... Ve tabi bu ayrıntıların dışında kalan tüm sahnelerde başarılıydı kanımca...
Kralın eşi Elizabeth rolündeki ablayı bir yerden gözüm ısırıyor diyorsanız söyleyeyim: Fight Club' ın meşhur Marla Singer'ını canlandıran Helena Bonham Carter'dan başkası değil... ;)
IMDB sayfasına ulaşmak için bu yandan, Sinemalar.Com sayfasına ulaşmak için bu yandan gidiniz. Sonra tekrar geliniz..
Künye: The King's Speech [Zoraki Kral]
Yönetmen: Tom Hooper
Sen.: David Seidler
Oyuncular: Colin Firth, Geoffrey Rush, Helena Bonham Carter, Guy Pearce
Yapım: Hindistan, 2010
7 Nisan 2011 Perşembe
Up [2009]
Up, Türkçe gösterime sunulan adıyla "Yukarı Bak" , Pixar eli değmiş güzel bir animasyon film. İlk 10 dakika insanın boğazı düğümleniyor, sonra gelişen olayların da akıcılığı ile hem gülümseten hem heyecan veren bir filme dönüşüyor. hikayesi kısaca şöyle:
Fredricksen, içinde kalan ukteyi doldurmak ve hayatının son demlerini bu eksikliği gidermek için harcamaya karar verir ve evine bağladığı onlarca uçan balonla bir maceraya koyulur. Bu maceranın peşine düşmesine sebep olan şey de, evinin etrafına gökdelenler inşa etmeye çalışan inşaat şirketinin, Fredricksen'in de evine göz koyması ve ihtiyarı psikolojik baskı latına alması. Bir de sinirlerine hakim olamayarak işçilerden birinin kafasına bastonla vurmasının ardından mahkemece huzurevine götürülmesine karar verilmesi.. Alın size arsa, lanet olsun size de sizteminize de, kazanacağınız paralara da dercesine eviyle birlikte uçar gider.. Fakat ihtiyara sürpriz bir misafir de eşlik eder. İhtiyarlara yardım rozetini alma peşinde olan doğa kaşifi küçük Russel..
Filmden bahsederken es geçilmemesi gereken şeylerden biri de Türkçe seslendirmeleri şüphesiz ki. İhtiyar Fredricksen'e sesiyle hayat veren kişi usta oyuncu Erol Günaydın. Ben filmi izlerken Erol Günaydın'ın doğaçlama bir iş çıkardığını, kendinden çok şey kattığını hissettim. Bir çok duyguyu haddinden fazla gerçekçi vermiş sesiyle. Seslendirme çok başarılı kanımca...
İyi seyirler...
5 Nisan 2011 Salı
The Karate Kid 2 [2010]
The Karate Kid 2, 80'li yıllarda 3 filmlik seri halinde çekilen filmin 2010 versiyonu. 80'li yıllardaki Bay Miyagi'li ve Daniel San'lı filmler TV gösterimlerinden sonra bizim nesli sokağa döküp hafızada kalan karate hareketlerini uygulamaya vesile olmuştu. "Cilala Parlat" tekniği yıllarca ağızlardan düşmedi, geyik muhabbetlerine meze oldu.
Yeni filmde ise Bay Miyaginin yerini Bay Han (Jackie Chan), Daniel San'ın yerini ise Dre (Jaden Smith) adında küçük bir çocuk alıyor ve olaylar Amerika' dan Çin'e taşınan Dre'nin Çinli kung-fucu bir kaç velet tarafından dövülmesinin ardından gelişiyor. İlk seriden hafızalarda kalan final sahnesindeki vuruş tekniğinin (Kartal Vuruşu muydu ne?) değişik versiyonu bu filmde de var. Daha dudak uçurtan cinsten. Bu filmdeki çocukta Daniel San sempatisi olsa da "Şu eski halimden eser yok şimdi"yi söyleyen Jackie Chan Bay Miyagi'yi bir hayli aratıyor.
Kısaca film, Bay Miyagi' yi ve Daniel San' ı özlemle hatırlamak ve 80'li yıllarla hasret gidermek adına tembellik yapılan bir Pazar günü izlenecek bir aile filmi.
Yeni filmde ise Bay Miyaginin yerini Bay Han (Jackie Chan), Daniel San'ın yerini ise Dre (Jaden Smith) adında küçük bir çocuk alıyor ve olaylar Amerika' dan Çin'e taşınan Dre'nin Çinli kung-fucu bir kaç velet tarafından dövülmesinin ardından gelişiyor. İlk seriden hafızalarda kalan final sahnesindeki vuruş tekniğinin (Kartal Vuruşu muydu ne?) değişik versiyonu bu filmde de var. Daha dudak uçurtan cinsten. Bu filmdeki çocukta Daniel San sempatisi olsa da "Şu eski halimden eser yok şimdi"yi söyleyen Jackie Chan Bay Miyagi'yi bir hayli aratıyor.
Kısaca film, Bay Miyagi' yi ve Daniel San' ı özlemle hatırlamak ve 80'li yıllarla hasret gidermek adına tembellik yapılan bir Pazar günü izlenecek bir aile filmi.
22 Mart 2011 Salı
3 Idiots
Sondan başlayarak gidelim: Son zamanlarda izlediğim en güzel film 3 Idiots.
Hintli yönetmen Rajkumar Hirani'nin bu 160 dakikalık komedi filmini eğitim kurumlarında rehberlik faaliyetleri çerçevesinde hem öğrencilere hem de velilere izletmek gerek. Hatta zorunlu kılalım. Gerçi zorunlu kılmak filmin felsefesine ters ama devamında özgürlüğü getireceğinden bu iyi niyetli bir zorunluluk ...
Filmi iki seansta izledik mecburiyetten. İlk seasnla ikinci seans arasındaki ömrümün en uzun ömrümün en... (şaka şaka) sabırsızlığım, IMDB puan ortalamasının 8,1 oluşu ve dahi film hakkında yapılan yorumların benimkilerle benzer oluşu, filmi izledikten sonra hissedeceklerinizle örtüşüyor olacak kanımca. Göreceğiz(dir).
Neyse, Hindistanın en önemli mühendislik okullarından birini kazanan 3 birbirinde nilginç kafadarın hikayesini anlatıyor film, en özet haliyle... İçlerinden biri, Rancho adındaki genç, diğer ikisinin ve pek çok öğrencinin hayatlarını değiştirecek, hayatlarına yön veren tüm dış etkenlerden arınmalarını sağlayacak ve onlara hayatlarının geri kalanında yapmak istediği şeyleri yapmayı sağlayacak adım atmalarına neden olur başlarına gelen onca şeyin neticesinde.
Filmin müzikleri de muhteşem ama filmdeki müzikal havayı sevmeyebilirsiniz. Ben nötr hissediyorum şahsen, çok bayılmadım ne yalan söyleleyim.
Bu filmi özetlemek de zor. Mesela Çatur'dan bahsetmek gerek ama "spoiler" vermek de istemem. Neyse izleyin, pişman olmazsınız...
İyi seyirler...
Hintli yönetmen Rajkumar Hirani'nin bu 160 dakikalık komedi filmini eğitim kurumlarında rehberlik faaliyetleri çerçevesinde hem öğrencilere hem de velilere izletmek gerek. Hatta zorunlu kılalım. Gerçi zorunlu kılmak filmin felsefesine ters ama devamında özgürlüğü getireceğinden bu iyi niyetli bir zorunluluk ...
Filmi iki seansta izledik mecburiyetten. İlk seasnla ikinci seans arasındaki ömrümün en uzun ömrümün en... (şaka şaka) sabırsızlığım, IMDB puan ortalamasının 8,1 oluşu ve dahi film hakkında yapılan yorumların benimkilerle benzer oluşu, filmi izledikten sonra hissedeceklerinizle örtüşüyor olacak kanımca. Göreceğiz(dir).
Neyse, Hindistanın en önemli mühendislik okullarından birini kazanan 3 birbirinde nilginç kafadarın hikayesini anlatıyor film, en özet haliyle... İçlerinden biri, Rancho adındaki genç, diğer ikisinin ve pek çok öğrencinin hayatlarını değiştirecek, hayatlarına yön veren tüm dış etkenlerden arınmalarını sağlayacak ve onlara hayatlarının geri kalanında yapmak istediği şeyleri yapmayı sağlayacak adım atmalarına neden olur başlarına gelen onca şeyin neticesinde.
Filmin müzikleri de muhteşem ama filmdeki müzikal havayı sevmeyebilirsiniz. Ben nötr hissediyorum şahsen, çok bayılmadım ne yalan söyleleyim.
Bu filmi özetlemek de zor. Mesela Çatur'dan bahsetmek gerek ama "spoiler" vermek de istemem. Neyse izleyin, pişman olmazsınız...
İyi seyirler...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)