Aradan geçen zaman sizden çok şey götürmesin istiyorsanız günde bir 20-30 dakika İngilizceye zaman ayırmakta fayda var. Cevap anahtarını yaz dönüşü veririm. Aklınıza takılanlar için başlığa yorum veya mail yolunu kullanabilirsiniz.
Herkese iyi tatiler ;)
İNDİR:
Worksheet Pack
11 Haziran 2011 Cumartesi
Karpuz Kabuğundan Gemiler Yapmak / Boats Out of Watermelon Rinds [2004]
2004 yapımı, Ahmet Uluçay imzalı ve bir çok festivalden ödülle dönmüş bir Türk filmi Karpuz Kabuğundan Gemiler Yapmak. Anadolu'da [Tavşanlı/Kütahya] bir köyde yaşayan iki kafadar genç [Recep ve Mehmet] yaz tatillerini kasabada çalışarak geçirmektedir. Biri karpuzcuya, diğeri bir berbere çıraklık ederler. En büyük tutkuları ise sinemadır. Sinemadan aldıkları kesik filmleri kendi imalatları olan bir projeksiyon makinasında oynatmaya çalışırlar. Sinemacılık bir meşgalenin ötesinde bir tutkudur onlar için. Öyle ki ileride de yönetmen (onların deyimiyle recisör) olmaktır gönüllerinde yatan. Bir türlü beceremezler saniyede 24 kareyi perdeye yansıtma işini. Resimler perdede haraket kazanmazlar..
Karpuzcunun çırağı Recep, ineklerine vermek için karpuzcu tezgahına kelek, çürük karpuzları almaya gelen bir kadının kendinden büyük kızı Nihal'e kaptırır gönlünü. Hem gönül işlerinde hem de sinemacılık tutkusunda işler istediği gibi gitmez ama pes de etmez..
1960'larda (veya 70'ler) küçük bir köyde böyle büyük bir tutkunun peşinden koşan iki küçüğü canlandıran İsmail Kaymaz [Mehmet] ve İsmail Hakkı Taslak'ın doğal oyunculukları filmin katıldığı festivallerde ödüllendirildiği gibi, izleyicilerinden övgü almıştır şüphesiz ki. Belki filmin sonunu "filling the blanks" tadında, beklentiden uzak veya eksik bulabilirsiniz... onun dışında izlemeye değer bir film olduğunu düşünüyorum.
Karpuzcunun çırağı Recep, ineklerine vermek için karpuzcu tezgahına kelek, çürük karpuzları almaya gelen bir kadının kendinden büyük kızı Nihal'e kaptırır gönlünü. Hem gönül işlerinde hem de sinemacılık tutkusunda işler istediği gibi gitmez ama pes de etmez..
1960'larda (veya 70'ler) küçük bir köyde böyle büyük bir tutkunun peşinden koşan iki küçüğü canlandıran İsmail Kaymaz [Mehmet] ve İsmail Hakkı Taslak'ın doğal oyunculukları filmin katıldığı festivallerde ödüllendirildiği gibi, izleyicilerinden övgü almıştır şüphesiz ki. Belki filmin sonunu "filling the blanks" tadında, beklentiden uzak veya eksik bulabilirsiniz... onun dışında izlemeye değer bir film olduğunu düşünüyorum.
21 Mayıs 2011 Cumartesi
Dublörün Dilemması, Korkma Ben Varım ve Murat Menteş
Önyargıyla okumaya başladığım, okudukça da sevdiğim iki romanın adını okudunuz başlıkta. Murat Menteş de bu iki romanın yazarı. Yazarla ve dolayısıyla bu iki kitapla tanıştığımda zaten "nicelikli" olmayan okuma alışkanlığımın "niteliğine" de darbe yiyeceğimden korkmuştum. Önyargıyla okumaya başladım ama okudukça da sevdim itiraf etmeliyim ki.
Kitapları ayrı ayrı analiz edecek ve bir eleştiri yazısı yazacak değilim. İstesem de beceremem zaten. Burada okuduklarımdan, gördüklerimden, dinlediklerimden dem vurmamın amacı kendi tarihime not düşmekten başkası değildir. Belki yolu bir şekilde buraya düşen okurlarla aynı rotada seyrediyoruzdur da o benim bildiğimden ben de onun bildiğinden faydalanırım endişesi taşıyorum yalnızca.
Murat Menteş ile ilgili pek çok şey söylenmiş internet sayfalarında. Seveni de var; abartılı, şişirilmiş veya bazı yazarlardan aşırı etkilenmiş bulanı da. Açıkçası kitapları okurken zaman zaman ben de Chuck Palahniuk'tan oldukça etkilendiğini düşündüm. hatta Ayrıntı Yayınlarının yeraltı edebiyatı serisinden birini daha mı okuyorum diye kitap kapağına bakmadım değil. Yine de kendine ait bir tarzı var Murat Menteş'in. Yaftalamak gibi olmasın ama iki kelimeyle tarif et deselerdi "Mutaasıp Underground" demek isterdim tarzı için. Nedense iki kitabın sonunda bende böyle bir izlenim oluştu.
Romanın kurgusu herkesin hoşuna gitmeyebilir. Kurgudansa ben cümlelerin aklımda bıraktığı lezzeti sevdim zaten. Olayı ikinci plana koyup, karakterleri zihnimde canlandırarak ve kitabı kapattıtan sonra etrafımda onları arayacağımı hissederek okudumn kitapları. Kahramanlarına verdiği isimlere takılabilir [Müntekim Gıcırbey, Atom Bombacıyan, Dilara Dilemma vb], tarzınızın dışında hissedebilirsiniz ama eminim siz de yazarın boş zamanlarında ansiklopedi okuduğunu hissedeceksiniz benim gibi.Bir de bölüm başlarında okuyucuya hediye ettiği vecizeleri seveceğinizi umuyorum...
Korkma Ben Varım'a, Uykusuz çizeri Ersin Karabulut'un çizimleriyle katkıda bulunduğunu belirteyim. Hem kapağı çizmiş, hem de romandaki bir bölümü. Sonuçta iki güzel roman ve takip edecek bir yazar bulmanın keyfi kaldı bana. Not düşmekte yarar var, Afilifilintalar.com' da ikamet eden bir kısım yazar-çizerden biri olarak sitenin belleğinin dolmasına yardımcı oluyor..
21 Nisan 2011 Perşembe
True Grit/İz Peşinde [2010]
Coen Biraderlerin yönetmenliğini yaptığı film, Oscar ödüllerinde en iyi film, en iyi erkek oyuncu, en iyi yardımcı kadın oyuncu dahil (sanırım) 6 dalda aday gösterildi ama heykelciklerden hiç birini kapamadı. 1969 yapımı John Wayne'li True Grit'in uyarlaması. Esasında Charles Portis' in aynı adlı romanından uyarlama her iki film de. Big Lebowski ve Ironman'den hatırlayabileceğimiz Jeff Bridges, etkileyici ses tonuyla filmde bir U.S Marshal'ı [Rooster Cogburn] canladırıyor.
14 yaşında bir kız olan Mattie Ross [Hailee Steinfeld], babasının intikamını alması için Cogburn ile anlaşır. Katil Tom Chaney'i [Josh Brolin] arayan bir tek yaşlı Us Marshal Cogburn değildir. Bu takipte bir Texas Ranger olan LaBoeuf [Matt Damon] de onlara eşik eder. Mattie Ross'un inatçı karakteri, zaman zaman karşı karşıya gelen bu iki karakteri birleştirmeye de yarar. LaBoeuf'un katil Chaney'i yakalayıp Teksas'a götürmek istemesi ile küçük Ross'un Arkansas'ta asılmasını görmek istemesi (veya kendi intikamını almak istemesi diyelim) sebebiyle oluşan gerginlik ve yaşlı Marshal Cogburn'un mesleğinin inceliklerini sergilediği sahneler izlemeye değer olsa da şahsen benim puanım IMDB'nin 8,0'lık ortalamasıyla eşdeğer değil. [O yüzden buanım 7:]
Bu arada bildiğim kadarıyla Coen Biraderlerin iyi bir hayran kitlesi ve piyasası var hem ülkemizde hem de Hollywood'un girdiği tüm pazarlarda.
İyi seyirler...
14 yaşında bir kız olan Mattie Ross [Hailee Steinfeld], babasının intikamını alması için Cogburn ile anlaşır. Katil Tom Chaney'i [Josh Brolin] arayan bir tek yaşlı Us Marshal Cogburn değildir. Bu takipte bir Texas Ranger olan LaBoeuf [Matt Damon] de onlara eşik eder. Mattie Ross'un inatçı karakteri, zaman zaman karşı karşıya gelen bu iki karakteri birleştirmeye de yarar. LaBoeuf'un katil Chaney'i yakalayıp Teksas'a götürmek istemesi ile küçük Ross'un Arkansas'ta asılmasını görmek istemesi (veya kendi intikamını almak istemesi diyelim) sebebiyle oluşan gerginlik ve yaşlı Marshal Cogburn'un mesleğinin inceliklerini sergilediği sahneler izlemeye değer olsa da şahsen benim puanım IMDB'nin 8,0'lık ortalamasıyla eşdeğer değil. [O yüzden buanım 7:]
Bu arada bildiğim kadarıyla Coen Biraderlerin iyi bir hayran kitlesi ve piyasası var hem ülkemizde hem de Hollywood'un girdiği tüm pazarlarda.
İyi seyirler...
16 Nisan 2011 Cumartesi
ÖSYM'ye Cevap [Açık Mektup]
ÖSYM tarafından LYS adaylarına birer mektup gönderildi bilindiği üzre. (bkz: ösym internet sitesi) Hem uzun süredir mektup yazmadığımdan, hem de bir LYS Adayı olarak mektuba cevap verme nezaketi içinde olmak istediğimden şu satırları kaleme alıyorum izninizle. Sayın Başkana ulaşır ulaşmaz bilemem...
Değerli Hocam,
Mektubunuz elime geçmedi henüz. Lakin internet sitelerinde okuduğumdan almış kabul ediyor, teşekkür ediyorum. Keşke elektronik posta yerine ecnebinin snail mail dediği, kağıda yazılan ve zarfa konup postaya verilen tarzda bir mektup göndermiş olsaydınız. Hem giderek hayatımızdan çıkan mektuplaşma alışkanlığını özendirmek adına bir adım atmış olurdunuz, hem de yalnızca hesap ekstreleri ve sınav evrakları için evimize gelen postacıyı bir kez mektup getiriken görmüş olurduk.
Ben ununu elemiş, eleğini asmış bir adayım. Sınav endişesi taşımıyorum. Yoğun ders çalışma temposu içine bir de kişisel gelişim kitapları okuma, yoga yapma gibi uğraşlar eklemiyorum. Bazen hanıma "sınav öncesi psikolojimi bozuyorsun, alışveriş de nereden çıktı diyorum", o da zaten aldırış etmiyor.. 1,700,000 (Bir milyon yediyüz bin) kişi içinde sınavla ilgili gelişmeleri en az takip edenlerden biriyim. Amacım -eğer olursa- yeni bir bölüm daha okumak, olmazsa da canım sağolsun deyip öğrencilerim için hayırlısını dilemek. Yine de olan bitenden endişe duydum ve binlerce kişi adına üzüldüm.
KPSS skandalının ardından alınan güvenlik tedbirleri gereği her adaya özel kitapçık oluşturdunuz, eksik olmayınız. Fakat hepimiz biliyoruz ki, sınav güvenliği için veya adayların endişe duymaması için anahtar kelime güvenlik tedbirleri değil, kurum güvenirliliğidir. Zira her adaya ayrı kitapçık hazırlayarak güven tazelemek isteyen bir kurum, eğer isterse istediği kişilere ve kurumlara zaten soruların cevaplarını ulaştırabilir ve adaylar arasında eşitsizlik oluşturabilir. Matematiği iyi olmayan mühendisler, doktorlar, edebiyatı iyi olmayan Edebiyatçılar, Sosyal Bilimciler yetiştirilmesi kapısı aralanabilir. Eğer kuruma güven duyulursa tek bir kitapçık da olsa, adaylar mutlu mesut sınava girebilir, hakkıyla bir yerlere gelebilme telaşı içinde olabilir.
Hal böyleyken, sınava dayalı eğitim sisteminin mevcut çarklarından geçerken çeşitli sınavlara tabi tutulan bizlerin, her yaş ve her kesimden vatandaşların, daha düne kadar en çok güvendiği kurumlardan biri olan ÖSYM'den ilk beklentisi ÖSYM'nin ip gibi doğru, kaya gibi sağlam bir kurum olmasıdır. Bunun için de ne algoritmaya, ne şifrelemeye, ne 1,700,000 farklı kitapçığa ne de adayların sınava dımdızlak gelmesine gerek vardır. Siz ki kurumun en yetkilisi olarak mevcut durum hakkında bir kaç kez söylem değiştirdiniz, bizler aday olarak kitapçık sayısı kadar soru işaretine sahip olmayalım da ne yapalım.
Şahsen kopya çekildiği iddiası taşımıyorum. Tıpkı her aday için farklı kitapçık hazırlanmasının bir kaç farklı kitapçık hazırlandığı eski dönemlerden daha güvenililir olduğuna inanmadığım gibi. Gelin şu işin ortasını bulalım. Biz mevcut durumun kopya çekmek anlamına geldiği iddiamızdan vazgeçelim, siz de güvenlik önlemleri adı altında yapılanların çok matah şeyler olduğu iddiasından. Kopya çekilmemiş olsa bile, a-1, b-2, c-3... gibi sıralamalara alışmış adayların a-3, b-5, c-4... gibi saçma bir şık sıralamasına alışmasının hiç kolay olmadığını, kimi adayın kolaydan zora, kimi adayın zordan kolaya doğru sıralanan soruları çözmek zorunda kaldığından bahsedelim hep birlikte...
Ve en önemlisi, artık 3 saatlik kader testleri olan bu sınavlardan değil, daha bilimsel ve çağdaş değerlendirme sistemlerinden, yönlendirmeden, ilgi ve yeteneklere göre meslek seçimi yapmaktan bahsedelim.. Şimdi mümkün değilse bile zemin hazırlayalım, 10 yıl sonrasını kurtaralım. Biz de biliyoruz, siz de biliyorsunuz ki, matematiği ve fen bilimleri iyi bir lise öğrencisi ileride iyi bir doktor olamayabilir. Motor becerileri gelişmemiş veya hızlı karar alamayan birisi matematiğini kullanarak acil hastaları hayata döndüremeyebilir. Bu sınav kimin iyi bir öğretmen olacağına karar veremeyebilir..
Sözlerimi bitirirken selam eder, ÖSYM Personeline hayırlı işler dilerim. Fil ve aspirin içerikli soruyu hazırlayan hocalarım için hiç bir şey demiyorum. Onlar, değeri hayata veda ettikten sonra anlaşılan birer Picasso benim nezdimde. Felsefe'den soğudum, uzanmışım kumsala, denize Harry Potter ve Felsefe taşı atıyorum...
Tarihten bilgi sorusunu fazla kaçırmış değerli hocalarım. Öyle tahmin ediyorum ki yengeyle kavga etmiş işe gitmeden önce. Türkçe metinlerini beğendim. Sınavda değil, denize nazır bir çay bahçesinde kitap okuyormuşum gibi hissettim kendimi. Coğrafya kolaydı, teşekkür ederim... Matematiğim iyi değildi zaten ama yine bir 10 tane kadar yapardım diyordum, yapamadım.. Bu işten anlayanlar zordu diyorlar, bilemiyorum. Resmine aldanıp "şişeli soru"nun bir kaç bilinmeyenli denklem olabileceğini düşündüğümden yapmadım. IQ problemim yok, sadece işgüzarlık ettim. Kitapçıkları taratıp halka arz ederseniz diye çok korkuyorum. bir kaç matematik sorusunu şıklardan giderek çözmeye çalışırken yaptığım abuk subuk işlemlerin herkes tarafından görülmesini istemem. Özel hayata müdahele diye algılar, ilişkimizi gözden geçiririm. Bazılarının intihara teşebbüs edeceğinden bile endişe duyuyorum. Evet, sınav kaygım yok, ama böyle kaygılarım var...
2011 YGS'nin yapımında ve yayınında emeği geçen ekip arkadaşlarınıza teşekkür ederim. Üstümü arayan polis memurundan, sınavda herkesten daha çok heyecanlı ve panik olan salon gözetmenlerine kadar her şey mük-kemmeldi. Sağolsunlar korkudan başlama anı gelene kadar kırtasiye paketini açtırtmadılar. Çok acıdım..
O değil de, şimdi çalışmaya başlasam LYS'den iyi puan alır mıyım?
Özgür Öğretmen [32]
Ayna Ayna [Karmate]
'ayna ayna ellere
ayna düştü yerlere ayna düştü
ayna ayna ellere da
ayna düştü yerlere
ayna düştü
ayna kurban olayım
seni tutan ellere
ayna kurban olayım
seni tutan ellere
seni tutan ellere
limanın gerisinde görünüyor araklı
ben senlen konuşmaya meraklıyım meraklı
meraklıyım meraklı
vakfıkebir yukarı tonya deyiler tonya
tonya deyiler
sevdim da alamadım oy
hey gidi yalan dünya
hey gidi yalan
ayna ayna ellere
ayna düştü göllere
ayna düştü göllere
ayna kurban olayım
seni tutan ellere
seni tutan ellere'
[şurdan Araklı'dım:]
The King's Speech [2010]
2011 Oscar Ödüllerinde 12 dalda aday gösterilerek ses getiren, en iyi film dalı başta olmak üzere 4 oscar heykelciğini kaparak ününü pekiştiren The King's Speech [Zoraki Kral], Kraliçe Elizabeth' in babası, Kral 6. George' un kekemelikle olan mücadelesindeki azmini ve iyi bir hatip olması yolunda ona hem trepistlik hem de arkadaşlık yapan Lionel Logue ile aralarında geçen süreci anlatıyor.
2. Dünya Savaşı kapıdadır ve Kral 8. Edward gönül işleriyle krallığı aynı anda yürütemez ve baskılar sonucu krallıktan feragat eder. Kekemeliğinin iç dünyasında açtığı derin yaraların ve kekeme bir soylu olarak halkının karşısına çıkma cesareti gösterememesinin etkisiyle ilk başlarda pek krallığa yanaşmayan York Dükü olan George [Berthie] sonunda İngiltere Kralı olur. Karşısına çıkan konuşma terapisti Lionel Logue terapi sürecinde aralarındaki tüm sınırları, resmiyeti kaldırır ve kralın bilinçaltına yerleşmiş ve onu kekeme yapmış tüm korkulardan ve baskılardan onu arındırmaya çalışır.
Filmdeki performansıyla en iyi erkek oyuncu Oscar'ını evine götüren Colin Firth'e Oscar Heykelciği anasının ak sütü gibi helal olsun. Memento (Akıl Defteri) filmindeki performansıyla gönülleri fetheden Guy Pearce, Kral Edward'ı canladırıyor bu filmde. Eski günlerin hatrına ona da bir selam çakalım... En iyi erkek oyuncu Oscar'ını alamasa da performansı Colin Firth'den çok da aşağı kalmayan ve filmde terapisti canladıran Geoffrey Rush'ı es geçmemeli... Henüz York Dükü iken tanıştıkları kralla ilk seasnta aralarında geçen sohbette, kralın yaptığı şakalara karşı tepkisindeki yüz ifadesi ve Şekspirden bir kesit sunduğu tiyatro sahnelerinde oldukça etkileyiciydi jest ve mimikleri... Ve tabi bu ayrıntıların dışında kalan tüm sahnelerde başarılıydı kanımca...
Kralın eşi Elizabeth rolündeki ablayı bir yerden gözüm ısırıyor diyorsanız söyleyeyim: Fight Club' ın meşhur Marla Singer'ını canlandıran Helena Bonham Carter'dan başkası değil... ;)
IMDB sayfasına ulaşmak için bu yandan, Sinemalar.Com sayfasına ulaşmak için bu yandan gidiniz. Sonra tekrar geliniz..
Künye: The King's Speech [Zoraki Kral]
Yönetmen: Tom Hooper
Sen.: David Seidler
Oyuncular: Colin Firth, Geoffrey Rush, Helena Bonham Carter, Guy Pearce
Yapım: Hindistan, 2010
2. Dünya Savaşı kapıdadır ve Kral 8. Edward gönül işleriyle krallığı aynı anda yürütemez ve baskılar sonucu krallıktan feragat eder. Kekemeliğinin iç dünyasında açtığı derin yaraların ve kekeme bir soylu olarak halkının karşısına çıkma cesareti gösterememesinin etkisiyle ilk başlarda pek krallığa yanaşmayan York Dükü olan George [Berthie] sonunda İngiltere Kralı olur. Karşısına çıkan konuşma terapisti Lionel Logue terapi sürecinde aralarındaki tüm sınırları, resmiyeti kaldırır ve kralın bilinçaltına yerleşmiş ve onu kekeme yapmış tüm korkulardan ve baskılardan onu arındırmaya çalışır.
Filmdeki performansıyla en iyi erkek oyuncu Oscar'ını evine götüren Colin Firth'e Oscar Heykelciği anasının ak sütü gibi helal olsun. Memento (Akıl Defteri) filmindeki performansıyla gönülleri fetheden Guy Pearce, Kral Edward'ı canladırıyor bu filmde. Eski günlerin hatrına ona da bir selam çakalım... En iyi erkek oyuncu Oscar'ını alamasa da performansı Colin Firth'den çok da aşağı kalmayan ve filmde terapisti canladıran Geoffrey Rush'ı es geçmemeli... Henüz York Dükü iken tanıştıkları kralla ilk seasnta aralarında geçen sohbette, kralın yaptığı şakalara karşı tepkisindeki yüz ifadesi ve Şekspirden bir kesit sunduğu tiyatro sahnelerinde oldukça etkileyiciydi jest ve mimikleri... Ve tabi bu ayrıntıların dışında kalan tüm sahnelerde başarılıydı kanımca...
Kralın eşi Elizabeth rolündeki ablayı bir yerden gözüm ısırıyor diyorsanız söyleyeyim: Fight Club' ın meşhur Marla Singer'ını canlandıran Helena Bonham Carter'dan başkası değil... ;)
IMDB sayfasına ulaşmak için bu yandan, Sinemalar.Com sayfasına ulaşmak için bu yandan gidiniz. Sonra tekrar geliniz..
Künye: The King's Speech [Zoraki Kral]
Yönetmen: Tom Hooper
Sen.: David Seidler
Oyuncular: Colin Firth, Geoffrey Rush, Helena Bonham Carter, Guy Pearce
Yapım: Hindistan, 2010
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)